31-9 Ağustos olayı ve sıkıyönetim

1937 yılında Kurtuluş Savaşı yoğunlaşmış, Fransızların Türklere karşı tutum ve davranışları da çok sertleşmişti. Mücadelenin nirengi noktası olan Antakya’da günlük olaylar gittikçe artıyor, zaman zaman şehir halkı topluca boykota giderek çarşılar baştan başa kapatılıyor, bu hal günlerce bazen haftalarca sürüyordu. Antakya’da Abdulgani Türkmen’in başkanlığında kurulmuş olan, “Heyet-i Temsiliye” de örgütlenmiş, örgüt Fransızlar tarafından da kabul edilmişti.

Antakya’da “Halk Polisleri” adını taşıyan bir örgüt de kurulmuş, bu örgüt mensuplarına gizlice silah da sağlanmıştı. Halk polisleri kendi bölgemizde geceleri devriye geziyor, ikiye bölünmüş olan mahallelerin sınırları arasında nöbet tutuyorlardı.

Fransızlar bir süre sonra bu gelişmeden kuşkulandılar. Hükümet içinde hükümet düzenini alan, manda yönetiminin otoritesini zedeleyen bu örgütlenmenin önünü alabilmek için harekete geçerek sert bir politika izlemeye başladılar. Abdulgani Türkmen başkanlığında kurulan, sonradan “Heyet-i Temsiliye” adını alan Türk örgütü “Halkevi” adını taşıyor, örgüt, Abdulgani Türkmen’in Halkevi denilen evinde faaliyet gösteriyordu.

1937 yılının 9 Ağustos günü idi. Halkevi’nde çalışırken süngülü Fransız askerleri evi bastı. İki katlı olan Halkevi’nin üst katında yöneticiler, altta ise kalabalık bir halk topluluğu vardı. Ben de aşağıda, halkın arasındaydım. Süngü takmış askerler “eller yukarı” emrini verdi. Ellerimizi havaya kaldırdık. Hepimizi teker teker arayarak dışarı çıkardılar. Halkevi’nin önüne çıktığımız zaman evin çevresinin makineli tüfekli askerler tarafından sarıldığını gördüm. Durum anlaşılmıştı. Fransızlar şehirde sıkıyönetim ilan etmişti.

Şehir halkı, manda yönetiminin bu baskıcı uygulamasını protesto etmek için dükkanları kapatmıştı. Heyet-i Temsiliye olarak Dutdibi mahallesinde Hüsnü Melek’in evinde toplanarak durumu gözden geçirdik. Bir karara varmak gerekiyordu. Antakya’da kalmak artık bizim için tehlikeli olacaktı. Fransızların bizi her an için tutuklama olasılığı vardı. Bunun için Antakya’yı terkederek Dörtyol’a sığınmaya karar verdik.

O gün Antakya’nın tenha sokaklarını dolaşarak dışarıda bizi beklemekte olan küçük bir otobüse ulaştık. Karanlık tamamen basmıştı. Karanlık bizi rahatlattı. İskenderun’dan Karayılanlı köyüne geçtik. Geceyi Karayılanlı’da İbrahim Çollu adındaki köylünün evinde geçirdik. Sabah gün ışımadan ormanlar arasından yaya olarak Payas’a, oradan da Dörtyol’a vardık. Artık Türkiye’de idik. Tehlike kalmamıştı. Neşesi yerine gelen grup şu isimlerden oluşuyordu. Abdulgani Türkmen, Vedi Münir Karabay, Şükrü Melek, Şükrü Balcı, Sadık Müftü ve ben Selim Çelenk. Dava adamlarından Abdullah Mursaloğlu ile Mehmet Tecirli ise Antakya’da kalmıştı.

Dörtyol’da Belediye Oteli’ne yerleştik. Ama bir hafta sonra Ankara’dan verilen emirle birer birer gene kaçak yollardan Antakya’ya geri döndük. Şehirde dükkan ve işyerleri baştanbaşa kapalıydı. Halkın boykotu devam ediyordu. Fransızlar halkın direnişine çok sinirleniyordu. Manda yönetimi çağrı üzerine çağrı yaparak halktan işyerlerini açmaları, günlük yaşama dönülmesi ricasında bulunuyorlardı. Biz de sıkıyönetimin kaldırılmasını istedik. Dükkanlar kapalı, herkes işsiz güçsüz kaldığı için halk zor durumdaydı. Yoksul halka gıda maddesi dağıtılması için Ankara’dan yardım istedik. Bize bir miktar para yolladılar. Bu parayla muhtaç durumdaki halka yardıma başladık.

Antakya ikiye bölünmüştü. Bizim bölgeden karşıya geçmek yasaktı. Bulunduğumuz kesimde bizim Halk Polisleri, karşı tarafta da “Usbeci” denilen ve Zeki Arsuzi’nin liderliğini yaptığı Usbeci örgütünün polisleri nöbet bekliyordu. Bu arada karşı taraftan bir “iyi niyet” heyetinin bizi ziyaret edeceği haberi geldi. Olumlu yanıt verildi. Gelip arkadaşlarımızla görüştüler. İki taraf da boykotun kaldırılması ve halkın günlük normal yaşantısına dönmesi hususunda görüş birliği içindeydi. Teklifi kabul ettik. Heyetle birlikte bizim bölgeyi dolaştık. Bizden de bir heyetin kendileriyle birlikte karşıya geçerek halka öğütlerde bulunmamızı istediler. Benimle birlikte Vedi Münir Karabay ve Fevzi Şemseddin karşıya geçmek istedik. Fakat karşımıza ellerei tabancalı bir sürü Usbeci çıktı. Usbeciler bizi kendi bölgelerine sokmak istemediler. Biri tabancasını göğsüme dayayarak “Geri dönün.. Herkes işini bilir..” diye bağırarak gözdağı verdi. Bu arada bize eşlik eden liderlerine de küfürler savurdu. Bu durum karşısında çaresiz kaldığımız için geri dönmeye mecbur olduk.