46-Atatürk'ün cenaze törenine katılıyoruz

10 Kasım 1938’de Atatürk’ü kaybedişimiz, bütün dünyada olduğu gibi Hatay’da da derin bir yas havası yaratmıştı. Cenaze tören için Ankara’da hazırlıklar yapılıyordu. Törenin muhteşem olacağı anlaşılıyordu.

Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen’le konuştuk, Suriye ve Lübnan’dan gazetecileri davet ederek bunları cenaze törenine götürmenin uygun olacağı kanısına vardık. Beyrut’ta çıkan El-Ahrar, Şam’da çıkan El-Eyyam ve El Kabes ile Halep’te çıkan Eş-Şebab gazetelerinin muhabirlerini Hatay’a davet ettik.

Davetimiz üzerine 6 gazeteci geldi. Bunlar, benim başkanlığımda Ankara’da yapılacak Atatürk’ün cenaze töreninde bulunacak, Ankara’da ağırlanacak, oradan İstanbul’a geçerek burada da gezilecek yerleri dolaşacaklardı.

O günlerde Suriye ve Lübnan gazeteleri aleyhimizde, özellikle din konusunda sistemli yayın yapmaktaydılar. Örneğin, Türkiye’de camilerin fabrika, minarelerin baca haline getirildiği, namaz kılmak yerine Atatürk’ün resmine tapıldığı, Türkiye’de İslamiyet diye bir din kalmadığı yazılıyor, aklın ve hayalin almayacağı propagandalar yapılıyordu.

Gelen 6 gazeteci arasında bir de hristiyan vardı. Bir tanesi hariç, hiç biri Türkçe bilmiyordu. Tercümanlığı ben yapıyordum. 18 Kasım’da Ankara’ya hareket ettik. Tören 21 Kasım’da yapılacaktı. Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğünden bir heyet bizi karşıladı. Otele yerleştirdiler, emrimize mihmandar olarak iki sivil komiserle iki araba verdiler.

Cenaze törenini Dışişleri Bakanlığı bahçesinden seyrettik. Törenden sonra 3 gün misafir gazetecilere Ankara’daki tesisleri, bu arada İsmet Paşa Kız Enstitüsünü, Harp Okulu’nu, Ziraat Fakültesini, Çankaya Köşkünü gezdirdik. Oradan trenle İstanbul’a geçtik.

İstanbul’da Emniyet Müdürü Salih Kılıç bizi karşıladı. Orada da iki sivil komiserle iki araba emrimize tahsis edildi.

Misafir gazeteciler İstanbul’da tarihi yerleri, özellikle camileri gezdiler, Sultanahmet camiinde namaz kıldılar, halkla konuştular, bilgi aldılar. 4 gün İstanbul’da kaldıktan sonra istedikleri kadar hediye aldık, izaz ve ikramla memleketlerine yolladık. Geziden çok memnun kalmışlardı, Türkiye’den olumlu intibalarla ayrıldılar. Kendileriyle konuşurken hiç mübalağaya kapılmadan gördüklerini yazmalarını rica ettim.

Memleketlerine olumlu izlenimlerle dönen bu yazarların lehimize yayın yapacakları kanısındaydık.

Bir hafta sonra ben Beyrut’a gittim. İlk olarak Şam’da çıkan El-Eyyam gazetesinin yazarı Muhiddin Nusuli ile karşılaştım. Yazılarını merakla beklediğimizi söyledim.

Adam ellerini uğuşturarak:

-Bizim patron bu işin bedava yapılmayacağını söylüyor. Bunun için biraz maddi fedakarlık yapmanız lazım, dedi.

Yalnız, Beyrut’ta çıkan ve sahibi hristiyan olan El-Ehrar gazetesi adına geziye katılan Ahmed Dimişkiye adlı yazar “Türkiye’de Gördüklerim” başlığı altında birinci sayfada seri röportaja başlamış ve gerçekleri doğru dürüst şekilde halk oyuna açıklamıştı. Bu röportaj 29 gün aralıksız devam etti. Diğer gazeteler tek satır bile yazmadılar.

Bu olay, Suriye basının karakterini göstermesi bakımından dikkate değer. Yani o zaman Suriye’de herhangi bir gazeteyi para karşılığında satın almam mümkündü.

Şimdi de öyle mi bilmiyorum ama, huy canın altında olduğuna göre karakterlerini değiştirdiklerini de sanmıyorum.