27-Suriye heyeti ile İstanbul'da konuştum

30’lu yıllarda Suriye’de Fransızlar aleyhinde kaynaşma sürüp gidiyordu. Nihayet amacı Hatay’ı Suriye sınırları içine almak olan "Vatani Partisi" 1936'nın ilk aylarında ülkenin egemenliğini alabilmek için Paris’te Fransız devlet adamlarıyla temasa geçmişti. Suriye ile Fransa Dışişleri Bakanlığı arasında yapılan görüşmeler aylarca sürdü. Görüşmeler Fransa’nın bazı koşullarla Suriye’nin egemenliğini tanıyan bir anlaşma imzalamasıyla 1936 yılı Eylül ayında sona erdi. Bu haber karşısında Hatay’da ne yapacağımızı şaşırdık. Suriye ile Fransa arasında imzalanan anlaşmada acaba bağımsız İskenderun Sancağı için bir hüküm var mı idi? Suriye egemenliğini kazanınca bizim durumumuz ne olacaktı? Çünkü arada yürürlükte olan bir Ankara İtilafnamesi vardı.

Bu sorunları çözmek, hareket tarzımızı belirlemek için Ankara ile, Türk devlet adamlarıyla bu konuları görüşmek lazımdı. Suriye heyetinin de 23 Eylül 1936’da trenle Paris’ten İstanbul’a geleceğini öğrenmiştik. Arkadaşlarımız hem Ankara’da Türk devlet adamlarıyla temas ederek talimat almak, hem de İstanbul’a gelecek Suriye heyetiyle görüşerek durumu öğrenmek amacıyla beni görevlendirdiler. 22 Eylül’de İstanbul’a gittim. Suriye heyeti ertesi gün İstanbul’a geldi ve Pera Palas’a indi. Heyet o tarihte Suriye devlet başkanı Dr. Adnan Atasi’nin babası Haşim Atasi başkanlığında 7 kişiden kuruluydu. Cemil Mürdüm, Sadullah Cabiri, Emir Mustafa Şahabi, Albay Ahmet Lahham, Avukat Naim Antaki heyet üyeleri arasındaydı. Otele giderek heyetten randevu istedim. Beni kabul ettiler. Heyetle görüşmemiz bir saat sürdü. Ben o zaman Suriye uyruklu bir vatandaş olarak kendilerini önce kutladım, başarılar diledim. Hemen ardından henüz metni hakkında hiç bilgimiz olmayan anlaşma hükümleri arasında İskenderun Sancağı’yla ilgili bir madde bulunup bulunmadığını sordum. Heyet üyelerinin hepsi Türkçe biliyordu. Hemen hepsi Osmanlı döneminde Türkiye’de okumuş, orada yetişmiş insanlardı. Örneğin Haşim Atasi Mülkiye kökenli, Osmanlı devrinde Mutasarrıflık yapmış eski bir yöneticiydi. Sadullah Cabiri Mülkiye, Albay Ahmet Lahham Harp Okulu mezunuydu.

Benimle en çok ilgilenen Sadullah Cabiri idi. Sorularıma karşılık verirken kendilerinin Cenevre’de Dışişleri Bakanımız Tevfik Rüştü Aras’la görüştüklerini anlatarak:

-Biz kardeş milletleriz. Türkiye bizim ağabeyimizdir. Aramızdaki müşterek düşmanı içimizden atalım, ondan sonra meselelere çözüm bulmak kolaydır, dedi.

-Ama bizim Ankara İtilafnamesiyle kazanılmış bir hakkımız var, bu ne olacak diye, sordum.

Sadullah Cabiri daha önceki görüşünü tekrarlayarak bu sorunun daha sonra aramızda çözümlenebileceği noktasında ısrarla durdu. Tam bir saat süren görüşmenin komik yanları da vardı. Ben başından sonuna kadar Türkçe konuştum. Heyet başkanı Haşim Atasi, görüşmeboyunca tek laf etmedi. Cemil Mürdüm’ün çok tutucu bir milliyetçi olduğunu eskiden beri biliyordum. Cemil Mürdüm görüşmelre Arapça konuşarak katılıyordu. Kendisinin Arapça söylediklerini pekala anlıyor, ama Türkçe karşılık veriyordum. Emir Mustafa Şahabi (ki o zaman Suriye Eğitim Bakanı idi) temiz bir İstanbul şivesiyle görüşmelere katılıyordu. Hep İskenderun Sancağı üzerinde tartışıyorduk.

Tartışmalar sırasında bir ara Emir Mustafa Şahabi ağzından bir laf kaçırdı:

-Bu İskenderun Sancağı işi de ne oluyor.. Demin HAVAS Ajansı muhabiri de gelmişti, o da bizden aynı şeyi sordu. Ne olacak.. Siz İskenderun Sancağındaki Türkler Türkiye’de yaşar gibi yaşayacaksınız, deyince:

-Bu sözlerinizden bir şey anlamadım, bu noktayı biraz açıklar misiniz, diyerek konuya biraz daha açıklık kazandırmak istedim.

Bu sırada Sadullah Cabiri’nin Emir Mustafa Şahabi’nin sözlerinden hoşlanmadığını, Cabiri’nin Şahabi’nin yüzüne sert sert bakmasından sezinledim. Sadullah Cabiri derhal lafa karışarak:

-Arkadaşlar, dedi, görüşmenin başında da açıklamıştım. Biz Cenevre’de Dışişleri Bakanınız Tevfik Rüştü Bey’le görüştük. Bu konuyu enine boyuna eleştirdik. Siz müsterih olun..

Bu arada Irak’ın İstanbul Başkonsolosunun heyeti ziyarete geldiğini haber verdiler. İstediğim konu hakkında bir şey öğrenmemin mümkün olmadığını anlamıştım. Artık kalkıp gitmem zamanı gelmişti. Son olarak kendilerinden “Yenigün” gazetesi için bir görüşme istediğimi söyledim. Sadullah Cabiri demeç vermeye başkan Haşim Atasi’nin yetkili olduğunu belirterek bu isteğin yerine getirilmesi için soruların önceden verilmesi gerektiğini söyledi. Kendilerine veda ederken sorularımı yazılı olarak sekreterlerine vereceğimi, ertesi gün de gelip alacağımı belirttim. Ellerini sıkarak veda ederken hepsine Türkçe Allahaısmarladık diyor, Türkçe yanıt alıyordum. Sıra Cemil Mürdüm’e geldiğinde ona da aynı şekilde Türkçe veda ettim. Fakat adam inadından vazgeçmedi, gene Arapça hitap ederek “Maasselami” dedi. Gülümseyerek yanlarından ayrıldım.

Pera Palastan ayrılmadan soruları hazırlayarak sekreterlerine verdim. 14 soru sormuştum. Ama 14 sorunun 13’ü eften-püften şeylerdi. Yalnız tek önemli soru vardı: İskenderun Sancağının gelecekteki rejimi..

Ertesi gün otele gidip sekreterden soruların yanıtını aldım. 14 sorudan 13’üne cevap verilimiş, fakat 14. soru yanıtsız bırakılmıştı.

Suriye heyeti soru kalabalığı arasında istediğim sorunun yanıtını almak için yaptığım gazetecilik numarasını yutmamıştı.