29-Başbakan İsmet İnönü ile görüşüyorum





















İsmet İNÖNÜ

25 Eylül 1936 saat 16.00’da Ankara’da eskiden Dışişleri Bakanlığı olarak kullanılan başbakanlık binasında Başbakan İsmet İnönü tarafından kabul edildim. Tayfur Sökmen de benimle beraberdi. Bakanın makam odasında Başbakan İnönü, o zaman Maarif (Milli Eğitim) Bakanı olan Saffet Arıkan, Dışişleri Genel Sekreteri Numan Rifat Menemencioğlu bulunuyordu. Köşedeki koltukta İsmet Paşa oturuyordu. Ziyaretimin amcından haberdardı. İçeri girince Paşa yanındaki sandalyayı göstererek:

-Gel bakalım, dedi, ne istiyorsunuz, anlat..

-Paşam isteklerimizi uzun boylu ve ayrıntılarıyla açıklayarak sizi yormak, zamanınızı da almak istemiyorum. Bunu bir kelime ile anlatacağım: İsteğimiz İLHAK dedim..

-İlhak mı.. Buna şimdilik olanak yok dedi.. Siz ilhakın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bunun anlamı, Fransa’ya savaş ilan etmektir. Biz 15 yıl uğraşarak bugünkü hale getirdiğimiz ülkeyi İskenderun Sancağı için bir maceraya sürükleyemeyiz..

-Efendim, siz bana ne istediğimizi sordunuz, ben de zamanınızı israf etmemek için dileğimizi en veciz şekilde size arzettim.

-Şimdi size istiklal alalım, bu işi aşama aşama çözümleyeceğiz.

-Şimdi istiklalimiz güya var. Fakat Fransızlar anlaşmayı uygulamıyorlar. Eğer yeniden alınacak istiklalin uygulanmasında Anavatanın da yetkisi olacaksa, biz geçici olarak muvaffakat ederiz. Eğer ilhak işi ülkeyi bir maceraya sürükleyecek ve tehlikeye düşürecekse 100 yıl daha esarete razıyız. Yeter ki Anavatan sağolsun..

İsmet Paşa sorunlarımız hakkında bir çok soru yöneltti. Yanıtlarını verdim. Hepsini dikkatle dinledi. Bu arada ben sözü Bayır-Bucak olayına getirdim. Som Türk ve 26 bin nüfusu olan bu iki bucağın Ankara İtilafnamesinin imzasından önce Antakya ilçesine bağlıyken, bir oldu bittiyle Lazkiye Sancağına bağlandığını anlattım.

Durum şu idi:

Bayır-Bucak yerleşim birimleri 20 Eylül 1921 tarihine kadar Antakya ilçesine bağlıydı. Fransızlar Sakarya Zaferi’nden sonra diplomatik uğraşılar sonucu Türkiye ile Ankara İtilafnamesi’ni imzalamaya karar vermiş, temsilci olarak da eski bakanlardan Franklin Bouillon’u da Ankara’ya göndermişlerdi. O günlerde bu iki bucağı Antakya’dan ayırarak Lazkiye Sancağına bağladılar. 20 Ekim 1921’de Ankara İtilafnamesi imzalandığı zaman Bayır ve Bucak artık Antakya’ya değil, Lazkiye’ye bağlıydı. Fransızlar bu mülki ayrımı kasıtlı olarak yapmıştı. İsmet Paşa’ya Fransızlarla bir anlaşma yapılırken bu iki bucağın durumunun gözönüne alınması gerektiği kanaati taşıdığımızı belirttim. İsmet Paşa Menemencioğlu’na bu konunun içyüzünü sordu, Menemencioğlu İtilafnamenin Fransızca metnini getirdi. Metni inceledi ve:

-Bundan bir şey çıkmaz. Çünkü Ankara İtilafnamesi imzalandığı tarihte bu iki bucak fiilen Lazkiye Sancağına bağlı bulunuyordu. Bununla beraber biz Fransızlarla görüşürken Bayır Bucak’ın durumunu bir koz olarak kullanabiliriz, dedi.

Saffet Arıkan’la Numan Menemencioğlu da görüşmeyi büyük dikkatle dinliyordu. Bir saatten fazla süren görüşme bitmişti. Başbakan İsmet Paşa direktifi verdi:

“İlk olarak Antakya’da bir Heyet-i Temsiliye kurulacak ve bu heyet doğrudan kendisinden direktif alacaktı.. İlhak işi aşama aşama, zamanın icaplarına göre çözümlenecekti.”

Konuşmaların sonuna doğru İsmet Paşa, Maarif Bakanı Saffet Arıkan’a dönerek:

-Ne zaman İstanbul’a gidiyorsun? diye sordu. Arıkan da akşam treniyle yola çıkacağını açıkladı. Paşa bu kez bana “Ya siz ?” diye sordu. “Bu akşam efendim” diye yanıt verdim. İsmet Paşa bana bir program çizdi:

-O halde siz de Saffet Bey’le İstanbul’a gidin. Saffet Bey verdiğim direktifleri Atatürk’e arzetsin. Atatürk uygun görürse Antakya’ya dönersiniz.

İsmet Paşa böyle deyince yüreğim ağzıma gelmişti. Akşam yoluma devam etmek üzere bavulumu garda emanetçiye bırakmıştım. O tarihlerde Devlet Demiryollarında 15 günlük bilet uygulaması vardı. Benim de elimde 15 günlük bilet bulunuyordu, biletin süeresi de 28 Eylül geceyarısı sona eriyordu. Cebimde de 5 liradan fazla para yoktu. Yüreğimin ağzıma gelmesinin nedeni buydu.

O akşam Saffet Arıkan’la gerisin geriye İstanbul’a döndüm. İsmet Paşa’nın sözleri kafamda yankılanıyor, yorumlar yaratıyordu. İsmet İnönü gibi Atatürkün sağ kolu olan kudretli bir başbakan direktif veriyor ve bu direktif Atatürk’ün olumlu görüşü alınmadan yürütülemiyordu. Bunun anlamı çok derindi.

Yemekten sonra yolda Saffet Bey’le görüşerek ertesi gün için kendisinden randevu istedim. Bana:

-Yahu, dedi, yarın 26 Eylül Dil Bayramı.. Atatürk bu bayram için meşgul. Yarın kendisiyle görüşüp İsmet Paşa’nın mesajını iletmek zor olacaktır. Görüşmeyi öbür güne bıraksak..

Durumun çok nazik olduğunu, arkadaşların beni sabırsızlıkla beklediğini, ne yapıp edip beni yarın yolcu etmesini Arıkan’dan rica ettim. Bana ertesi gün saat 15.00’de Park Otelde randevu verdi. Ertesi gün büyük heyecan içinde Park Otele randevu saatinde gittim. Biraz sonra Saffet Bey’in beni telefonla aradığı söylendi. Saffet Arıkan telefonda bana İsmet Paşa’nın bize verdiği direktifi Atatürk’e arzettiğini, Atatürk’ün direktifleri olumlu karşıladığını belirterek bu direktifle yoluma devam edebileceğimi söyledi.

Derin bir nefes aldım, rahatlamıştım.

Bu arada İstanbul’a gelir gelmez ilk işim bir arkadaştan 25 lira borç almak oldu. Çünkü daha önce açıkladığım gibi cebimde 5 liradan başka para kalmamıştı. Parayı tedarik edince biraz daha rahatladım.

Dönüş için yeni bir 15 günlük bilet almaktansa süre doluncaya kadar normal biletle yolculuğa devama karar verdim. Haydarpaşa’dan trene bindim. Geceyarısı Afyon’a gelince kontroller yapan kondüktör 15 günlük biletimin süresinin dolduğunu anımsattı. Yolu yarılamış sayılırdım. O sırada İstanbul-Adana hattı bilet bedeli 24 liraydı. Afyon istasyonuna inerek Adana’ya kadar 2. mevki bilet almak istedim. Parasını sordum, 23,5 lira dediler. Halbuki üzerimde 22 lira vardı. Aldanmıştım. Yol uzayınca fiyatlarda pek az indirim yapılırmış. Zorunlu olarak 3. mevki bilet alarak 3. mevkide yoluma devam ettim.

Bu ayrıntıyı, o dönemde hangi koşullar altında, ne tür mahrumiyetler içinde çalıştığımızı küçük bir örnekle anlatmak için yazıyorum.