25-Yenicami olayı

“Yenicami” olayı, Hatay kurtuluş mücadelesinin önemli bir sayfasını kapsar. Başrolünün benim oynadığım bu dram, Antakya’da gericilikle yobazlığın kaynaşmasını canlandıran gerçek bir olayın ibret verici bir safhasıdır. Olayı mümkün olduğu kadar özetleyip bir kaç yazı ile anlatmaya çalışacağım:

1934 yılının Ramazan ayında Antakya’da meşhur yobazlardan “Kürt Hoca” Yenicamide vaaza başlamıştı. Kürt Hoca, “eşraf” denilen bazı satılmış Türklerin destek verdiği vaazlarında aralıksız olarak Türkiye’deki devrimleri yeriyor, Anadolu’da devrimleri yapanların, Türk ulusuna şapka giydirenlerin, şapka giyenlerin, şeriat kanunlarını kaldıranların, latin harflerini kabul edenlerin başta Mustafa Kemal olmak üzere hepsinin kafir olduğunu pervasızca söylüyor, temiz ruhlu saf halkı Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine tahrik ediyordu. O sırada Antakya’da Muhtar Eyyubi adlı Şamlı bir kaymakam görev yapıyordu.²⁵ Biz gazeteyle Kürt Hoca’nın bu ipe sapa gelmez saçmalarına bir son verilerek susturulmasını istiyor, başta Fransızlar olmak üzere Sancak yöneticilerinin ısrarla dikkatini çekiyorduk.

Bir kaç gün sonra “Yenigün”ün yayınlarının etkisi görüldü. Kaymakamlıktan bir yazı aldık. Yazıda Kürt Hoca’nın vaazlarının yasaklandığı, bundan sonra vaaz veremeyeceği açıklanıyordu. Bu remi bildiriyi gazetede halka müjdeledik.

Resmi bildirinin yayınlandığı gün ikindiye doğru gazetede çalışırken daha sonra Hatay Meclis Başkanı seçilecek olan Abdulgani Türkmen yanıma geldi ve Kürt Hocanın Yenicami’de vaazına devam ettiğini söyledi. İnanmak istemedim. Çünkü hükümetin aldığı, kendisine de tebliğ ettiği, bizim de gazetede yayınladığımız karara karşı Kürt Hoca’nın yasağı çiğneyeceğini sanmıyordum. Fakat Abdulgani Türkmen:

-Ben camiden geliyorum. Kürt Hoca’nın vaazını kulaklarımla işittim, deyince elimdeki kalemi bırakarak telefonla Kaymakam Muhtar Bey’i aradım. Kaymakam Muhtar Bey de olaya inanmak istemedi. Bunun üzerine Yenicami’ye gidip durumu izleyeceğimi söyledim. Muhtar Bey “Ben de şimdi geliyorum” dedi.

Matbaamız Yenicami’nin 100 metre yakınındaydı. Doğru Yenicami’ye koştum. Abdulgani Türkmen’in iddiası doğruydu. Kürt Hoca vaazını bitirmişti. Cemaat dağılmak üzere ayağa kalkmıştı. Kürt Hoca arkasında destekçileri olduğu halde, sanki meydan savaşı kazanmış muzaffer bir kumandan edasıyla caminin harem dairesinden çıkıyordu. Hocanın azametle, başı dimdik yukarıda ilerlemesine dayanamadım. Gençliğin verdiği heyecanla Kürt Hoca’nın karşısına dikilerek yolunu kestim ve:

-Şapka giyenler kafir mi hoca, diye sordum.

-Evet, kafirdir, deyince bağırdım:

-Sensin kafir..

Bu beklenmedik çıkışım üzerine Kürt Hoca’nın arkasında kendisini koruyan, destekleyen yobazlar “Öldürün bu kafiri” diye bağırdılar, cemaati de üzerime saldırttılar. Bir anda yüzlerce insanın üzerime çullandığını, sopa ve taşlarla beni linç etmeye çalıştıklarını görünce şaşakaldım. Camiye tek başıma gelmiştim. Can havliyle sığınacak yer aradım. Avlunun sağ tarafındaki medreselere çıkılan taş merdivenler gözüme ilişti. Kendimi bu merdivenlerin altına attım. Saldırganların bana hedeflediği sopa ve taşlar merdivenlere çarpıyor ve gözü dönmüş bu yobaz saldırısına karşı beni koruyordu. Cemaat arasında beni mütecavizlerin elinden kurtarmaya savaşanlardan Tahir Karadal, kunduracı Abbuş Sürmeli ve seyyar satıcılık yapan “Dede” lakabıyla tanınan Şevket adlı şahsın saldırıdan nasiplerini aldığını, yaralandıklarını, kanlar içinde kaldıklarını gördüm. Ölümle burun burunaydım. Sonum yaklaştı diye düşünüyordum. Tam bu sırada beraberinde maiyeti olduğu halde Kaymakam Muhtar Bey olay yerine yetişti. Arkadan da jandarmalar geldi. Bu sayede yobazların elinde linç edilmekten, mutlak bir ölümden kurtulmuş oldum. Kendimi yokladım.. Hafif bir kaç yara yara bereden başka bir şeyim yoktu.

Bu olayda hayatımı, önce caminin taş merdivenlerine (bu merdivenler hala yerindedir), sonra beni kurtarmaya savaşan fedakar üç kişiye, daha sonra da Kaymakam Muhtar Bey’e borçluyum.

Olay şehirde bomba etkisi yaptı. Bu etkinin tepkisiyle Antakya’da ertesi gün yüzlerce genç şapka giydi. Bu arada ben de hayatım pahasına da olsa Hatay’da şapka devrimine hizmet etmiş olduğum için durumdan sevinçli idim.

“Yenicami”deki linç girişiminin ertesi günü Antakya Sulh Mahkemesi’nde beni linç ettirmek isteyenlere dava açtım. Yargıç Abdulvahap Abyad adında şamlı bir Araptı. Suçlular hakkında soruşturma başlatıldı ve kendilerine celp çıkarıldı. Celp çıkarılanlar hasta olduklarını bildiren raporlarla ilk celseye gelmediler. İkinci celseye gene gelmeyip rapor gönderdiler. Mahkemece üçüncü celp çıkarıldı, duruşmaya gene gelen olmadı. Oysaki sanıklar sapasağlam çarşıda pazarda dolaşıyordu. Son celsede yargıca şunları söyledim:

-Anlaşılıyor ki mahkeme ve hükümet sanıkları huzurunuza getirtmekten acizdir. Bu itibarla davamdan vazgeçiyorum. Dosyayı kapatınız..

Yargıç gülümsedi, hiç ses çıkarmadı. Avukatım Firuz Hanzad kulağıma “Yahu ne yaptın.. Bu sözlerin mahkemeyi ve hükümeti tahkirdir..” diye fısıldadı. Omuzlarımı silktim.²⁶

Hatay Kurtuluş Savaşının bu önemli bölümünü, içinde yaşamış bir insan olarak özet halinde devrimci gençliğe sunmakla kıvanç duyarım.

Not: Kürt Hoca aslen Kürt kökenliydi. Antakya’ya yerleşmiş ve büyük bir itibar görmüştü. Bu gerici ve tehlikeli yobazın sonradan İngiliz Intelligence Servisine bağlı bir İngiliz ajanı, korkunç bir casus olduğunu öğrenmiştik. Hatay’ın Anayurda katılmasından bir kaç gün önce de Antakya’dan kaçarak Halep’e yerleşmiş ve orada ölmüştür.

²⁵ Muhtar Eyyubi, Duma kaymakamı iken Antakya’ya Zekeriya İdris’in yerine atanmış ve 26 Mayıs 1934 günü göreve başlamıştır.

²⁶ Olay 13 Aralık 1934 tarihinde meydana gelmiş, mahkeme Ocak 1935’de başlamış, Mayıs 1935’de sanıklara hafif para cezaları verilerek sonuçlanmıştır.