22-Alfabelerdeki Atatürk resimlerinin yırtılması

Büyük çabalardan, yıllarca süren uğraşıdan sonra Fransızlar 1933’de Hatay’daki Türk ilkokullarında eğitimin yeni Türk harfleriyle yapılmasını kabul ettiler. Alfabelerin getirilmesi işini de bize yüklediler. Alfabeler İstanbul’dan getirildi ve okullara dağıtıldı. O tarihte “Yenigün”ün Yazı İşleri Müdürlüğü üzerimde idi. İmtiyaz sahibi olan Şükrü Balcı, Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü kutlama törenlerini izlemek için Ankara’ya gitmişti.

Bir gün, kısa süre önce okullara dağıtılan alfabelerdeki Atatürk resimlerinin yırtıldığını, kitapların bu şekilde öğrencilere dağıtıldığını öğrenince şaşırdım. Atatürk’ün resimlerinin kimler tarafından, nasıl, kimin emriyle yırtıldığını öğrenmek mümkün olmadı. Kimse bu ağır suçu yüklenmek istemiyor, görevliler birbirini suçluyordu.

Durumu gazetede açıklayarak en büyük Türk’e karşı işlenen bu cinayetin sorumlularının ortaya çıkarılmasını istedim. Ertesi gün Maarif (Eğitim) Müdürlüğü’nden bir tekzip geldi. Yazıda olayın gerçek dışı olduğu belirtiliyordu. Kanun hükümlerine göre resmi bir kurumdan gelen tekzibi gazeteye aynen koydum. Ama tekzibin altına da ağır bir dille Maarif Müdürlüğü’nün yalan söylediğini, olayı isbata hazır olduğumuzu, delillerin elimizde bulunduğunu, bu çirkin eyleme Türk halkının tahammül edemeyeceğini belirten bir yazı yazdım.

Alfabelerden yırtılan Atatürk resimlerinden bir kaç tanesini ele geçirmiştim. O sırada izinli olarak Paris’te bulunan Delege Durieux’nun yerine yardımcısı Binbaşı Hugnault vekalet ediyordu. Gazetede yazımın çıktığının ertesi günü İskenderun’dan Antakya’ya gelen Binbaşı Hugnault beni çağırttı. Odasına girdiğimde adam ayakta, çok sinirli şekilde dolaşıyordu. “Yenigün”deki yazım kırmızı kalemle çizilmiş, yanıbaşında da Fransızca tercümesi masanın üzerinde duruyordu. Binbaşı Hugnault bana ilk olarak şu soruyu yöneltti:

-Bu yazılardan kim sorumlu?

-Ben sorumluyum, Yazı İşleri Müdürü benim.

Kızdı:

-Siz kendinizi Ankara’da mı sanıyorsunuz? Bu ne kepazelik? Böyle bir polemiğe asla izin veremeyiz. Sizi mahkemeye verir, gazeteyi de kapatırız. Şükrü Balcı’yı bilinçli olarak Ankara’ya yolladınız, arkasından kaleme aldığınız bu yazıyı Ankara’da bayrak gibi kullanmasını sağladınız. Sizler iki hükümet arasındaki dostluğu baltalamak, politik çıkar sağlamak istiyorsunuz.

Ağzını açıp gözünü yuman, tehditler savuran delege Delege yardımcısının sözlerini sükunet ve soğukkanlılıkla dinledim. Kendisine şu karşılığı verdim:

-Sakin olunuz sayın Binbaşım.. Bizi mahkemeye verir, hapseder, asar kesersiniz. Buna bir diyeceğim yoktur. Şükrü Balcı Ankara’ya giderken böyle bir durum söz konusu değildi. Bu bakımdan bu konudaki düşünceniz yanlıştır. Bizim yüksek politikayla ilgimiz yok. Biz sadece Sancak sınırları içinde sizin Ankara İtilafnamesiyle yükümlü olduğunuz Türk kültürünün gelişmesi, bağımsız İskenderun Sancağı’nda bu anlaşmanın yürütülmesi için uğraşıyoruz. Bu bizim doğal hakkımızdır. (Adamı pohpohlamak lazımdı.) Sayın Binbaşım, siz yurdunuzun savunması uğrunda (Hugnault 1. Dünya Savaşında bir kolunu kaybetmiş malul bir subaydı) bir kolunu döğüşerek kaybetmiş şerefli bir askersiniz. İzin verirseniz size bir soru yönelteceğim: Bir an için Fransa’nın bir bölgesini yabancı bir devlet işgal etmiş varsayın. Siz de o bölgede gazeteci olsanız, işgalciler sizin en kutsal varlığınız olan (adı o anda aklıma gelmişti) Jeanne D’Arc gibi bir kahramana karşı girişilen böyle bir olaya tanık olsanız, susar, seyirci kalır mıydınız, dedim.

O ana kadar çok sinirli biçimde tehditler savuran ayakta duran Hugnault bu sözlerim karşısında birden yumuşadı. Adamın en hassas damarına dokunduğum anlaşılıyordu. Koltuğuna kuruldu ve benimle bir dost gibi konuşmaya başladı:

-İyi ama dostum, siz bu olayı daha önce bize bildirecektiniz. Bu işi başında önlemek mümkündü.

Savunmayı sürdürdüm:

-Efendim, bu olayı gazetede yayınladık ve hükümetin dikkatini çekerek uyarmak istedik. Ancak Maarif Müdürlüğünüz bizi tekzip etti. Yalancı olmadığımızı, olayın gerçekten cereyan ettiğini ispat için kendimizi savunma gereğini duyarak yazıyı yazmak zorunda kaldım, dedim ve alfabelerden yırtılmış Atatürk resimlerini cebimden çıkararak masaya koydum. Hugnault biraz düşündü ve:

-Bu durumda haklısınız. Fakat rica ederim bundan sonra böyle şeyler tekrarlanmasın. Daha önce işaret ettiğim gibi bu tür şeyler iki hükümet arasındaki dostluğu baltalar, bundan da en çok siz zarar görürsünüz.

-Biz böyle bir olayın meydana gelmesini nasıl isteriz sayın Binbaşım? Temenni edelim ki benzer bir olay meydana gelmesin, böylesi üzücü durumlarla bir daha karşı karşıya kalmayalım.

Binbaşının yanından çıktığımda ter içinde kalmıştım. İşte Hatay Kurtuluş Savaşında meydana gelen “Atatürk resimlerinin yırtılması olayı”nın iç yüzü budur.

Büyük Kurtarıcımızın resimlerinin alfabelerden kimler tarafından yırtıldığı, bu komplonun nasıl, kimler tarafından düzenlendiği belli olmamıştı. Ancak Fransızlar olaya çok önem vermiş ve telaşa düşmüşlerdi.²¹

²¹ Bilgi için bkz. :Hatay Basınında Atatürk, s.52
Olay 15 Ekim 1933 günü cereyan etmiştir, Fransızlar buna Türkiye’den gelen kitaplarda Suriye’nin kanunlarına aykırı bilgiler ve Türk Milli liderlerinin resimlerinin bulunmasını gerekçe göstermişlerdir. Mehmet Tekin, Hatay Tarihi s. 146-147